27 Ekim 2011 Perşembe

Ablanız Kurban Olsun Size!


Türk olsa muhtemelen muhatap olmayacakları kişilerin, sırf yabancı diye götünden ayrılmayan insanlar var. Genelde seks açısından aç ülkelere has bir durum aslında bu. Hadi aç erkekler her Erasmuslu kızı şehir meydanına dikilmiş sebil sanıyor diyelim, kızlara ne oluyor benim merak ettiğim şey bu. Pazartesi günleri sabah 9'dan akşam 5'e kadar dersim var benim. Artık son saatte beyin ambele olduğundan, Rutkay Aziz konuşsa dinlemem yani. Servise bindim yan tarafta çirkin bir Erasmuslu kız (ama çirkin yani özür dilerim) ve etrafında 3 yerli kız oturuyor. Erasmusluyu sarmışlar böyle önlü arkalı, öndeki kızlar dizlerinin üzerinde durup tersten yolculuk yapıyorlar falan o derece. Önceki dönemlerde dilleri, lehçeleri falan öğrendiğimden bu duyduğum yeni dili hemen tanıdım. Kabızca! Sondan eklemeli bir dil olan Kabızca, 19. yüzyılda iki kola ayrılarak Tarzancanın doğu kolunu oluşturuyor.  Tarzanca hepimizin bildiği gibi el, kol, dudak, dil gibi çeşitli uzuvların yardımıyla ortaya çıkan bir dil. Kabızcada ise herhangi bir uzuv yok. Cümle bile yok aslında. Yüksek sesle ıkınma ve anlamadan bağırarak gülme var. Afrika'nın ilkel kabilelerinde de zaman zaman görülen Kabızca, işte en son bizim Bağlıca kampüsünde görüldü. Ve maalesef benim tarafımdan. 

Neyse, çarşamba günleri Ankara Atatürk Anadolu Lisesi'nde öğretmencilik oynamaya başladım ben bu dönem. Tam öğretmencilik değil aslında, arkaya oturup izliyoruz sadece. Esas öğretmenciliği ikinci dönem yapcaz. Zaten bizi öğretmenden sayan da yok orda. Hayır anlamadığım bizim oğlanlara "günaydın hocam"lar bilmem neler, bize de sadece "abla" sıfatı. Hizmetli bile kapıda onlara "hocam ders başladı isterseniz kantinde bekleyin" demiş. Aynı adam bize "genşler siz stajyer miydiniz?" diye sordu beğenmez beğenmez. Dersine girdiklerimiz 9. sınıf, küçükler daha. Sınıfa geçtik iki kız gelip tanıştı bizimle. "Şimdi biz size ne dicez? Abla mı dicez hocam mı? Mesela Duygu abla mı diyim, Duygu hocam mı diyim? Ne diyim?" Ebenin amını de mesela benim için hiç problem değil. "Hangisini demek istersen onu de" dedik. Zaten işsiz kalacağım için, ev kızı olcam ben abla da olur yani, sırıtmaz. Hem tipten dolayı sırf Duygu desen bile kurtarır kasma. Dersten çıkarken de bir oğlan "abla bir daha ne zaman gelceksiniz?" dedi. "Artık her çarşamba burdayız" dedim.  Sevindi. Apla kardeş yuvarlanıp gidiyoruz yani. Sonra aşk hayatları çok dolu dizgin bu liselilerin. Yakın iki arkadaş aynı oğlandan hoşlanıyor mesela. Oğlan sınıfın popüleri ve piçirik. Kızların ikisiyle de flört ediyor. İlk haftalar teneffüste bir kıza masaj yapıyordu, bu hafta öteki kızla şakalar, gülmeceler, nanaylar ninaylar... Biz de bakalım haftaya neler olcak, kızlar birbiriyle küsüşcek mi diye işimiz gücümüz yok onlarla eğleniyoruz, nabalım? 

11 Ekim 2011 Salı

Selim Ağbi



Fen-Edebiyat Fakültesi, Güzel Sanatlar Fakültesi'yle aynı binada olduğu için grafikçilerle, mimarlarla ve kendini marjinal hisseden herkesle aynı havayı teneffüs ediyorum. Kimin hangi fakülteden olduğunu insan profiline bakarak anlayabilirsin. Şöyle ki, mavi şortunun altına kırmızı kilotlu çorap giyip saçını turuncuya boyayan bir kız hele de yüzüne yakışmayan kemik gözlüğünü taktıysa edebiyatçı olamaz mesela.  GSF'li olduğunu belli eder o bir şekilde. Çünkü marjinallik çirkin obje ve renkleri bir arada kullanmakla sağlanan bir şey. Neyse ama eğlenceli onlarla okumak. Hocaları falan da bizim hocalar gibi değil. Onlar da kendilerini belli ediyor. Mesela bir adam var; inanılmaz karizmatik. 40'lı yaşlarında, uzun boylu, fit. Dirsekleri yamalı ceketler giyer, kasketler takar, her zaman elinde kahvesi falan. Adam bildiğin kuuuğul yani. Ne hocası olduğunu bilmiyordum ama nerden baksan doçent olmasa bile bir Yard. Doç. vardır yani. (ÜDS yanılma payı) Yıllardır beğenirim ben kendisini. (Evet yaşım 16) Geçen gün büyüyünce mimar olacak bir arkadaşım kıl hocalarından bahsederken o adamı da sordum. "Öyle bir hocamız yok" dedi. 5 senedir gördüğüm koskoca adama! Sonra tarif ettirdi bana, ettim. "Haa o Selim abi ya" dedi. "Ne abisi be düzgün konuş!" dedim. O adama abi denemez, dense dense bey denir, hocam denir. "O hoca değil ya bizim bölüm sekreteri" dedi. "Hayır ya bölüm sekreteri değil o hoca. Biliyorum" dedim. Bizim Müge abla var mesela bölüm sekreteri o. Hiç tanımasam "bizim bölüm sekreteri" derim. Ama o adamı bölüm sergilerinde elinde şarapla gördüm ben. Hoca o. "Selim abi" olamaz yani. Tarif etti Selim abiyi. Bire bir uydu. Ama göz görmeyince inanmak istemiyor sanırım. Ben hala onun yard.doç. olduğunu düşündüm hep.

Bugün de ekle-sil'de yıllardır almadığımız zorunlu seçmeli güzel sanatlar dersini almak için uğraştık. "Zorunlu seçmeli" kavramını da hala kavrayamıyorum. Seçmeliyse adı, ister seçerim ister seçmem. Yok eğer zorunluysa zaten seçmeli olmaz. Mantıksal bir hata var. Her neyse Ahter hanımı bulabilmek için sekreterliğe soralım dedik. Aklıma hemen Selim abi geldi. İçeriye girip girmeme konusunda kararsız kaldım. Yılların havalı yard.doç'unu o masada görmeye hazır değildim. Umarım masada başkası vardır diye girdik içeri. Ama ordaydı. Başı da kalabalık böyle, telefonlara bakıyor bir taraftan. Nasıl üzüldüm. Bölüm sekreterliğini küçümsemek ya da beğenmemek değil benim burdaki derdim. Araştırma görevlisi dense de üzülürüm ben o adama. En az yardımcı doçent diyorum ya, nasıl havalı. Ama hala benim için asla bir Selim abi değil kendisi. Böyle Selim abi olmaz çünkü. Selim abi dediğin adamın bıyıkları olur mesela. Parmakları ve bıyığı nikotinden sararmış olur, kısa boylu ve hafif göbekli olur. Küçük parmağına çok isterse bir yüzük takabilir. Ama zaten Selim Bey o. "Selimciğim" bile bir derece ama asla abi değil. Eminim.

Öyle işte. Seçtiğimiz güzel sanatlar dersini beklerken merdivenlere oturduk. Oturacağımız sandalyeler yok çünkü, fakiriz. Ya da GSF olduğu için yoktur belki. Marjinallik var serde. Her neyse şimdi benim şöyle bir maruzatım vardı blög. Bir insan kilolu olabilir, yemeği çok seviyor olabilir, zayıf olmak istemiyor olabilir. "Kilolu insanlar hep çok neşelidir" mottosuyla gerçekten öyleymiş gibi de yapılabilir. "Ben kendimi çok seviyorum" diyebilir bu kişi. Ki sevmelidir de. Zaten hayat sevince güzel. Ama kalın bacaklarının %90'ını açıkta bırakan ultraekstrasüpermaksi mini etek veya şort giymek bir özgüven göstergesi olmamalı bence. Güzellik göstergesi hiç olmuyor da ondan diyorum özgüven diye. Tamam giymek istersin, özenirsin onu da anlarım ama olmuyor bacım. Gerçekten. Bir de altına Ugg giyiyorsun, bacakların daha da kalın gözüküyor. Yapma etme, günahtır.  Çok özendiysen git evinde giy.

Zaten o adam Selim abiymiş. Zaten geçen hafta giydiğim ayakkabılar ayağımın arkasını yara yaptı hala iyileşmedi canım acıyor. Yapma diyorum. Günahtır.