24 Temmuz 2011 Pazar

Ben de Godot'yu Beklerim. Stabil. Böyle.


Bir süredir seninle ilgilenmiyorum blög. Çünkü İlke bize geldi ve bana bir detoks programı hazırladı. İnternet detoksu. Kibrit kutusu kadar Facebook yiyorum mesela. Bazı profiller, un, tuz, şeker gibi yasak, girmiyorum onlara. Müzik ve blog serbest ama gün içinde denizdi, gezmeydi derken yoruluyorum onlara da bakamıyorum zaten. Sıkı bir diyet bu anlayacağın. Ama sonucu ne olur bilemiyorum. Her yaz çıkan "Sibel Can diyeti" gibi bir şey çünkü. Ortada da Sibel Can gibi "koskoca" bir gerçek varken gerisi boş zaten. Hangi diyet yani? Bunu sorarlar adama. Ama hevesini kaçırmıyorum arkadaşımın. O bana yaşam koçluğu yapmaktan memnun çünkü.

Babam hala yok bu arada. 2 günlüğüne diye gitmişti oysa. Dede ve babanne hastalıkları bahane edilip aslında boşandıklarını ve bunu benden gizlediklerini düşünmeye başladım artık. "Anne babası boşanmış sorunlu ergenler gibi olcam" diye ortalarda gezerken, "30 yaşından sonra ergen olunmaz" diye annemden tokat gibi cevaplar geliyor. Annemin dili papuç kadar blög hiç bahsetmiş miydim? Ona çekme ihtimalim çok yüksek yani. "Ne 30'u be! 22 yıl, 11 ay, 18 gün" diye düzeltiyorum gerçi. Bu arada onca detayı doğum günümde bir güzellik yap diye veriyorum blög. 6 Ağustos'ta bana Godot'yu getir mesela. Beklediğimize değsin. Bir işe yara di mi?

O değil de Amy Winehouse da öldü ya lan. Yıllar önce Attila İlhan'ın bir programı vardı televizyonda. "Yakında ölür bu adam." demiştim ve 1 hafta içinde ölmüştü. Kanal 7'deki Üçüncü Boyut türü bir programa çıksam çıkarım yani. Nur topu gibi kızım. Babam da bana gizli bir öfke duyup, "şom ağzına.." biber süreyim gibi hislere kapılmıştı. Amy Winehouse için de herkesin hemen hemen aynı öfkeyi hissettiğini sanıyorum. "Ölür yakında diye ben demiştim" cümlesini kurmayan varsa ek süre veriyorum, bu süre içinde kurabilir. İstanbul'a geldiğinde mutlaka konserine gitmek isteyip, gelseydi de gitmeyecek bir kitlenin içindeydim. Amy Winehouse fanı olmadım hiçbir zaman ama son konserindeki görüntülerin, birinin leş hallerine bakıp "tü kaka" derken mastürbe hazlar duyan insanlar tarafından paylaşılmasından da rahatsız oldum. Amy de her insan gibi yiyip içtiği gibi sıçabiliyordu sonuçta. Ve sıçtı da. Ha şimdi tutup Amy Winehouse videoları paylaşmam ama Hıncal Uluç tiplilerin su testilerine küfür edebilirim. Gerçi içimden ederim kimseyle polemiğe girmem. Zaten Facebook rejimindeyim.

Bu sıralar içimde gökkuşakları çarpışıp, kalbim bir ters bir düz taklalar atmıyor blög. İç dünyam Justin Bieber tipli bir ergen. Ağzının orta yerine çakmak istiyorum ama ana yüreği dayanmıyor. Haliyle enseye şaplak göte parmak yazılar yazamıyorum. Hoş bu tarz yazılar yazmak için zorlamıyorum kendimi zaten. Halet-i ruhiyeme göre gelişine sallıyorum ben. "Bu blogun konsepti bu gardaş. Bir başladıysan öyle devam edecen" diye bıyık buran bir adam oturmuyor kapının girişinde. Konsepti belirlemek benim elimde sonuçta. Hatta konseptin kendisi benim. Yazılarımı okuyan, tanıdığım arkadaşlarım dışında; beni hiç tanımayan, minnak bir okuyucu kitlem var. Ve bu çekirdek aile kıvamındaki grubun varlığı beni mutlu edip, gelen yorumlar sırtımdaki tam kaşınan yeri bulup kaşısa da, bu blogu sadece yazmak için yazdığımı hatırlatıp "gülüyoduk eyiydi, son yazılarını hiç sevmedim, eskisi gibi yazsana eğlendirsene" tarzı yorumları görmezden gelerek sildiğimi  belirtmek istiyorum. Oldu olacak fındık fıstık da atın amk.
Hadi "İsmini Vermek İstemeyen Duygu" luğumu bozmayıp öbüyorum sizleri ben yine de :*

17 Temmuz 2011 Pazar

Güzelsin


Bu bir kenarda dursun. Unutmamak için buraya not alıyorum. Evet kesinlikle bir Massive Attack-Angel değil, ama bunun da kafası güzel kabul edin.
Bunları biriktirip boncuklardan kuş, sigara paketlerinden çerçeve, kibritlerden ev falan yapıcam. İleriye dönük var bazı projelerim sana anlatacak değilim blög. Anlatsam Pucca olurdum ve gazetede bir köşem olurdu alskdf :D Ama yok. So, öbdüm:*

14 Temmuz 2011 Perşembe

Bir Yerlerde Birileri Falan Filanken


Bir yerlerde birileri çok mutlu şu an. Küçükken atarinin silahıyla vurduğumuz ördekler gibi insanları avladıkları için. Yine bir yerlerde birileri acıyı öyle derinde hissediyor ki boğazında, kalbinde, içinde... Nefesini kesiyor o acı.
Bir yerlerde birileri ellerini sinekler gibi ovuşturup olanları seyrediyor memnuniyetle. Daha fazla silah üretiyor, daha fazla cebi doluyor böylece. Bir nevi doğru orantı, basit bir matematik işlemi.
Bir yerlerde birileri hazırlanıp, çiçek kokulu hafif parfümünü sıkıyor dışarı çıkmadan önce. Teni bronz.. Ve aynı yerde birileri eve dönüyor artık, kokusu ter. Teni amele yanığı.
Bir yerlerde birileri dürüstlükten bahsederken, son kurduğu zincirleme yalan tamlamasını sunuyor karşısındakine. Ve yine bir yerlerde birileri inanmasa da sırf inanmak istediği için inanıyor yine. Ve son olmayacak biliyor. 
Bir yerlerde birileri flört ediyor. Kendini nasıl afilli cümlelerle karşısındakine beğendirebileceğinin hesaplarını yaparken kalbi çarpıyor minik minik. Başka yerlerde birileri son konuşmalarını yaptı demin. İlişki durumları "single" oldu. "in a relationship" yaptıklarında "like" yapan arkadaşları şimdi sessizce bekliyor. Ve o kişilerin kalbi çarpıyor kırık kırık.
Bir yerlerde birileri aşkla sevişiyor şu an. Sevdiği insanın kokusunu çekiyor içine, huzurlu. Yine bir yerlerde birileriyse bedenini satıyor. Belki parasını bile alamadan orada dövülüp bırakılacak. Bilemiyor, tedirgin.
Bir yerlerde birileri ciğerine ilk okjijeni çekti ve onun yakmasıyla ağlamaya başladı. Annesi bitkin ama mutlu. Ve bir yerlerde birileri son kez aldı oksijenini, veremedi.
Son zamanlarda en sevdiğim söz sanırım, hayat ne tuhaf vapurlar falan...

Yüz Bin Baloncuk Yutulur mu?


Plaj röntgenciliği bir ata sporudur. Turnuvası falan yapılsa altın madalyayla ülkemizin göğsünü kabartacak bir kulvar olduğunu düşünüyorum. Hatta güneş gözlüklerini de takıp, plajda güneşlenenleri gizli gizli kesmeyeni geçen gördüm sokakta dövüyorlardı. Tabii bir de bunu alenen yapıp insanları rahatsız eden danalar var. Onlar tamamen konu dışı. Ben edebiyle etrafı çaktırmadan izleyenlerden bahsediyorum. Hatta bu tiplerin suratı denize doğru bakıyormuş gibi gözükürken, gözlüğü kaldırsan bir göz anyaya öteki göz Konya'ya kaymıştır. Ama şöyle uzaktan baktığında kimseyi rahatsız etmeyen şeker gibi insanlardır. Bu sınıfa annemle ben de dahiliz aslında. Ruslar özellikle ilgi alanımız. "dana" sıfatı bana pek gitmez şimdi, blög de benim. Dolayısıyla olayı şeker meker diyerek yumuşatmaya çalışıyorum sadece.

Bir de su altı röntgenciliği var. Röntgencilerin içinde en çakalları bunlar. Çünkü "dana" sıfatına nail olan röntgenciler genellikle yüzme konusunda çok başarılı olmadıkları için ayaklarının yerden kesildiği alanlarda huzur bulabilirsiniz. Onlar kıyıya paralel takılırlar, deve güreşi yaparlar, suya yeni girecek arkadaşlarına su sıçratarak böyle bir şakalar efendime söyliyim eğlenceler falan yaparlar. Su altı röntgencileri ise iyi yüzücüler olup, siz iplere kadar yüzmüşken yanınızdan sinsice zırt diye geçebilirler. Tabii bu sırada bir deve kuşundan farksız olduklarından haberleri yoktur. Çünkü kafalarının nereye dönük olduğu gayet açık görülmektedir. Balıkları izliyormuş gibi önünüzden fıydırırken bir anda kafası size döner. Suyun içi de kontrolsüz alan. Hadi plajda yatarken oranı buranı düzeltirsin sıkıntı olmaz ama suyun içinde olup bitenlerden çok haberdar olmuyorsun. Tedirgin ediyor haliyle. Tam o sırada aklıma gelen yapılması gereken bazı şeyler var aslında. Fotoğraftaki hanım kızımız gibi 100 bin baloncuk yapmak geçiyor içimden bazı bazı. Ama bu öyle bir durum ki, biri size inceden inceye laf sokuyordur mesela. Siz de o da bunu biliyorsunuzdur ama "hey dostum canın cehenneme senin derdin ne haa!" dediğiniz zaman "ben sana mı söylüyorum beeğ! Sen niye üstüne alınıyorsun şizofren! Kendini niye bu kadar önemli hissediyorsun kiiğ?!" gibi gayet çamur bir cevap alabilirsiniz. Hakkınızı savunurken ne şizofren olmadığınız kalır, ne narsist. Bu da biraz öyle bir durum. Onun tacizine kendi taciz methodumla karşılık vereyim derken mahallemizin plajında osuruklu olarak nam salmak istemem. Ben bu konuyu bir düşüncem ama yine de.

11 Temmuz 2011 Pazartesi

Akrep Nalan & Fedon Fan Club


Ne zaman su içerken bardaktan deniz kokusu almaya başlıyorum, anlıyorum ki Ankara'dan sıkılmışım. Antalya'ya dönünce geçiyor o bardak kokusu. Ve ne zaman Fedon'la Akrep Nalan'a böyle salça oluyorum, anlıyorum ki benim canım Bodrum çekiyor. Bu da tam o anlardan biri mesela.

Bu fotoğraftan da anlaşıldığı üzre boş işlerle uğraşıyorum çünkü sıkılıyorum blög. Ben de isterim Antalya'nın çılgın gece hayatında bir elimde fişşnevodkaa fişşnevodkaa dıpçıslamayı, gündüzleri köpük partilerinde fingirdemeyi.. Yok lan istemem. Ondan şu saatte burda blög yazıyorum zaten. Ayrıca çoğu arkadaşım yaz okulunda, bir kısmı başka başka yerlerde. Burda olan bir Emir kaldı ki o da şu an muhtemelen Marmaris'te sevdiceğiyle aşna fişne yapıyordur. Elleşmiyorum. Ama ben kararımı verdim, seneye son senemde kasıp kesinlikle yaz okuluna kalmayı planlıyorum. Gereği neyse yapıcam yani. Ankara çok şen temmuz ayında ben onu biliyorum yıllardır.

Sabahları kalkabilirsem yüzüp, plajdaki Rus kadınlara bakıyorum ben de. Erkekleri leş çünkü. Yani nasıl olur da böyle güzel annelerden doğan erkekler bu kadar çirkin olur aklım almıyor. Sandalet içi çorap ne ayrıca? Tipin çirkin hadi neyse de ruhun da çirkin pis herif! "Bari kitap okumalı" dedim ve Tutunamayanlar'a başladım ama tutunamıyorum nedense. Beşinci sayfadan sonra derin bir uykuya dalıyorum her seferinde. Bir de trompete başlamıştım ya, bıraktım ben onu dfgjkl :D Trompet çalmak gerçekten baş döndürücü bir şeymiş. Nefes bu yetmeyebiliyor. Ayrıca üst dudağım şişmeye başladı, "çok bastırırsan meme yapar dudağın" dedi babam da. Ben de öh be dedim bıraktım. Zira benim memem bana yetiyor bir meme daha çekemem.

Benim de tek umudum haftaya bize teşrif edecek olan meyt'im İlke. "İstediğin zaman gel diyorsun da ben özel davet beklerim" dedi. Cambridge Düşesi Kate Middleton sanki bana. Ben de geçen yaz Bodrum'da sevgili panpişlerim Fedon ve Akrep Nalan'la olan fotoğrafımızı alıp, İlke'nin şuh gafasını monte ettim paintle. "Benimki belli ama senin kafan çok gerçekçi olmuş lan ahahah" dedi bana. Zaten ekleme olanın sadece onun kafası olduğunu izah etmeye çalıştım ama "Kendi de inandı yaptığı şeye" dedi. İnanırsak olur bence. Hatta çok zorlarsak Akrep Nalan ve Fedon bile bu pozu bizimle verdiklerine inanabilir. Bizden başka bu kadar seven yoktur zaten. Galp. 
Haftaya ya biz Bodrum'a gidicez ya da Akrep'le Fedon bize gelecek. Biz tatil yaparken siz de bunu dinleyin o zaman :*

8 Temmuz 2011 Cuma

Mimintolar


Öncelikle panpişlerim, beni vakti zamanında sevgili Aylin ve Mia mimlemişti. Lakin yazarım nasılsa diye o mimleri ötelerken konularını unuttum ben. Zira ben Bahçeli'nin en işlek saatinde cüzdanımı atm'nin önünde bırakıp giden, dolmuşta cep telefonumun kucağımda olduğunu unutup oturduğum yerden kalkıp inen bir insanım. Boş zamanlarımda leylayım yani. Gerçi dolu zamanlarımda da  öyleyim ama kamufle etmeye çalışıyorum. Hoş görün siz de. He diyin geçin.

Her neyse geçmişe bir sünger çekerek unutmadan yeni mimintonun konusuna gelelim. Mim bahane Mia şahane çünkü. Konu: Evinizde yangın çıksa ve tek bir eşya kurtarmak zorunda kalsanız neyi kurtarırsınız?

Bu mim konularını ilk kim ortaya atıyor bilmiyorum ama burdan o arkadaşa sesleniyorum. Seni ıslak sopayla döverim! Biraz yaratıcılık yani litfen.

Neyse aklıma ilk laptopum geliyor. Soğutucusu da usb ile bağlı olduğu için bence tek parça kabul edebiliriz. Antalya sıcak bilinni ondan. Mesela ben ıssız adaya düşsem de laptopumu götürürüm yanımda. Diğer mim konusu için o arkadaşın ufkunu açıyorum sadece dfgjkl :D Kablosuz internet yoksa da soliter var. Açar onu oynarım. Eski fotoğraflara bakarım. Cebime flashdiskimi çaktırmadan sıkıştırmışsam, çok zorlarsam film bile izlerim. Şarjım bitince de uyurken üstüme çekerim onu, kıvrılırız bir kenara. Karnımın üstünde bilgisayar yokken kendimi çıplak hissediyorum çünkü.

Film demişken, babamla bir süre aynı il sınırları içinde bulunmayacak olmamızdan kelli, annemle "parlement sinema kuşağı"nı yaşatmaya karar verdik. Her akşam bir film izlicez fikrimizden dönmezsek. Ama annemle film izlemek biraz zor. Ne zaman bir sevişme sahnesi çıksa önce bir sessizlik oluyor. O sırada göz ucuyla bana baktığını hissediyorum ben, gülesim geliyor ama tutuyorum kendimi. Hafif kıçını kımıldatma hareketi yapıyor sanki rahat edememiş de yerini düzeltirmiş gibi. Sonra hafifçe boğazını temizleyip burnunu çekiyor. Baktı 1-2 dakikanın üzerinde bir sahne oldu bu, sesler yükseldi falan bu sefer de töbe töbe diyip kikirdemeye başlıyor. Bu hareketlerin hepsi bir ritüel, yapılma sıraları belli. Birini atlasa döngü bozulur, doğru olmaz. "Anne benim yaşımdayken neler karıştırdığını biliyorum. Bu neyin tribi?" dediğimde de "Ne biliyim" diyor. Bu akşam da ağızdan öpmeli bir film açıcam, eğiticem onu.
Oldu o zaman. Görüşürük yine.

5 Temmuz 2011 Salı

Ey em key


Eğer mirasyedi değilsen ya da çok zengin bir ailenin çocuğu olarak götüne ilk şaplağı yemediysen hastanede, şu hayatta para kazanmak için yapmak zorunda olduğun bazı şeyler var. Yaptığın işten zevk alırsın almazsın onu tartışmıyorum ama ister seve seve, ister seke seke yapıyorsun bir şekilde. Ama bazı insanlar var, "Öyle çalışma saatin yok. Dolgun bir ücret vericez sana. Altına bir araba verelim, kucağına da bir laptop. Senin işin gezip, Facebook'ta insanların fotoğraflarına like yapmak olsun. Lütfen bunu doğru yap olur mu?" deseniz bile o işi doğru düzgün yapamaz. Like yerine share seçeneğine falan tıklar. Üstüne şikayet edecek bir yığın şey bulur işinin zorluğuyla ilgili. Ve sen şaşırırsın tek yapması gereken şeyi yapamıyor olmasına. 

Bizim evin yanındaki kuaför öyle biri mesela. Beceriksiz kadının tek yapması gereken işini doğru düzgün yapması ama o yapmıyor. Kuaförlük öyle kolay bir iş değildir. Erkekler bilmez bu tür işleri ama eğer biri seni "kuaförüm" olarak isimlendirdiyse sen artık onun diş fırçası gibisindir. Başkalarının diş fırçalarını nasıl kullanmıyorsak, başka kuaförlere de gitmeyiz. Hal ve hareketlerine dikkat etmelisin yani. Kaldı ki millettin toynaklarını kesmek, nasırlarını temizlemek, ağda yapmak öyle herkesin yapabileceği türden de bir şey değil. Ama madem bu işten para kazanıyorsun hakkını ver di mi? Sosyal sorumluluk projesi kapsamında gönüllü olarak oturtmadılar seni oraya. Mesleğin dışında absürd isteklerle de gelen yok. Tutup "Gel de bana bir kese atıver" demiyorum sana ben. İstediğin saç modelini hiçbir zaman yapmayıp kendi istediği şekilde seni kelaynak kuşuna çeviren kuaförlerden hiç bahsetmiyorum. Onlar bambaşka bir blög konusu. Ben güzellikten ziyade bakımla ilgili kısmına öfkeliyim ve 3. derece yanığım şu an. Kaltak -_-

3 Temmuz 2011 Pazar

Sakız Kafası da Güzelmiş


Bir sürü amcam ve dayım mevcut. Hepsinin en az 1 tane çocuğu olsa -ki çoğunun 2 çocuğu var- bir ton da kuzenim var benim. Ama fazla mal göz çıkarmaz hesabı; annemin kuzenleri olsun, İlke'nin kuzenleri olsun bağrıma basarım genelde, kuzenperver biriyim.

İçlerinden bir tanesinin ismi Tufan. İsmimi vermek istemediğim halde kütüğüme kadar tüm bilgilerimi verdiğim için bu bilgiyi vermekte de bir sakınca görmüyorum. Geçen akşam "ah bu şarkıların gözü kör olsun" konseptli bir konuşma sırasında konu döndü dolaştı sakızlara geldi. Mini Cooper kazanmak için "First Sensetion Sence Neli?" sayfasına "Pril'li" diyerek tahminimi yazmıştım ben Facebook'ta. Ben öyle dediğimden beri o da çok sevmesine rağmen ne zaman çiğnese Pril tadı alır olmuş sakızdan. Bilinçaltı diye bir şey yok aslında, tamamen realite bu. Neyse Big Bubble mı döver First Sensetion mu? yarışında Big Bubble'ın reis olduğu konusunda hemfikirdik neyse ki. Ama o, Big Bubble'ın mazide hoş bir seda olarak kaldığını zannediyormuş. Oysa hala var. Hatta kutuda draje şeklinde çıkmış. Ben de aldım 2 kutu Big Bubble, kargoya gittim. Gidene kadar 1 paketini ben açıp çiğnedim gerçi. Kaldı 1 kutu sakız. Evet matematiğim çok iyidir daha önce mutlaka söylemişimdir. Şimdi elimdeki minicik 1 kutu sakızı kargo çalışanlarına göstermek istemedim haliyle. "Şeey şu kadar bir paket gönderecektim ama.." diye girdim konuya ben. "Şu kadar ne?" dedi kadın. Bir şey uyduramadım "Bu mesela." dedim. Baktı şöyle; "Sakız?" dedi. "Evet" dedim hergün kargoyla sakız gönderirmişçesine. Küçük paketlerle başka bir arkadaş ilgileniyormuş ona yönlendirdi beni. Orda da insanlar bekliyor, kalabalık bir ortam. Yine sakız yolladığımı gizlemeye çalışarak "Bu kadar bir paket göndercektim" dedim. Adam sordu tabii ne yollayacağımı. "Hof tamam sakız gönderiyorum!" diye cümle aleme duyurdum artık. Sırada bekleyen insanlar baktı. Yanımdaki kadın töbe töbe çekti. "Nerde yaşıyordu göndereceğiniz kişi?" dedi adam. "İzmit" dedim. "Orda yok muymuş sakız?" diye sordu. İlk başta dalga geçerken hafiften işkillenmeye başladı sonlara doğru. "Var ya da yok. İstersem 1 tane kürdan yollarım sana ne!" denmiyor tabii. Sorgusuna devam etti sonra "Özel bir sakız mı?" dedi, ardından "Paket açık mı?" diye sordu. Tedirginliği biz hissettik. Uyuşturucu kaçakçısı halim de yok oysa ama adam işkillendi yapacak bir şey yok. "Yok yok açılmadı paket" dedim biraz motive ettim adamı. Ama sonra düşündüm gerçekten mantıklı iş. Burdan uyuşturucu kaçakçılarına sesleniyorum; kargo şirketine biraz temiz suratlı birini yollayarak sakız kutusu içinde mal taşınabilir. Evet.

Neticesinde 1 kutu sakızımızı yolladık. Babam "50 kuruşluk sakızı 7 liraya mal ettin kutlarım" diyerek çok duygusal bir tebrik konuşması hazırlamış bana sağolsun. Kargoda da bir alkış bir kıyamet... Konfetiler patladı, çiçekler verildi. Çalışanlarla hatıra fotoğrafı çekildi falan..

Böyleyken böyle blög. Bu resimle de ben biraz oynadım müsadenle. Ha ot, ha sakız kafası sonuçta. Ayrıca saygılar Bob, ver bir alt duduş. Öberim:*