28 Ocak 2012 Cumartesi

Brokeback Mountain


Bazı akşamlar annem babam ben, çekirdek aile olarak film izliyoruz. Babamla film çok güzel izlenir ama annemle izlemek zordur. Film onu açmazsa sıkılır, konuşur, yorum yapar, sevişme sahnelerinde ben de izliyorum diye kıpırdanır falan. Ama ben geçen sene ona Old Boy'u izlettim ve neye uğradığını şaşırdı. O filmden beri de kıpırdanma eşiği yükseldi, öyle her şeyi yadırgamıyor artık.

Babam DVD'lere bakarken Brokeback Mountain filmini aldı eline. "Hadi izleyelim" dedim. "Yalnız oradaki adamlar eşcinsel" diye de hatırlattım ki yok ben duymamıştım, yok ben bilmiyordum olmasın. İzlemeye başladık. Manzaralar güzel, koyunlar kuzular falan adeta pastoral bir şiir kıvamında. Sonra filmdeki abiler kendi aralarında şakalar gülmeceler, nanaylar ninaylar derken sevişmeye başladılar. Bu sefer itiraf ediyorum ben de annem gibi kıpırdadım biraz yerimde. Nihayetinde "aile paketi" şeklinde izliyoruz filmi. Hadi göster ama elletme, öpüş koklaş falan ama ayıptır lan babamla izliyoruz! Sahne hafiften kımıldanacak, birkaç saniye etrafa bakınılacak uzunluktaydı neyse ki çok sürmedi ve yine pastoral şiire bağlandı bir yerde. Ardından "bu ilişki sadece cinsellik üzerinde değil, aşk üzerine de kurulu" anafikrimizi cebimize attık ve kırlarda bayırlarda adeta kuzu misali hoplaya zıplaya, düşe yuvarlana cilveleşmelerine tanık olduk. Annem de bir yere kadar yorum yapmadan dayanabildi tabii. "Cemil İpekçi de böyle mi aşık oluyor acaba? himini kikir kikir" dedi. Yani Cemil'i bilmem ama benim bildiğim bir tane aşk var, o da cinsiyet ayırmıyor. Hoş bence ayırsa fena da olmaz ama ayırmıyor işte nabacan bacım insan bu. "Benim tek aşkım Allah aşkı" falan yalan dolan işler zaten. Adamlar bildiğin özlemle, aşkla, hırsla öpüşüyorlar yani öf ne biliyim ben!

Adamlar çoluk çocuk sahibi falan da olunca annem pek takdir etmedi olayı. Hatta duruma biseksüel, homoseksüel diye bakmayı da bıraktı, direkt "erkekler" diye tek çatı altında topladı. "Kadın bulamazlarsa birbirlerini (sansür var burda) bu erkekler!" diye noktaladı ki ben hâlâ gülüyorum o yoruma. 

Bir Derya Köroğlu, Murathan Mungan aşkı vardı mesela. Benim en samimi bulduğum aşklardan birisiydi zamanında. Hatta garipsemediğim tek eşcinsel ilişki onlarınkiydi niye bilmiyorum. O şiirler, şarkılar boşuna olmasa gerek. Her şeyi geçtim en azından üretken bir aşktı. Ama sonra ne oldu? Yıllarca Murathan bebeğimle olan Yeni Türkü Derya, gitti genç bir kadınla evlendi. Naalaka yani. Hoş mu oldu peki? Hayır. "Murathancı" yım ben bu müsabakada. Galiba biseksüellik olayına karşıyım ben. Ayrıca bunlardan bana ne? Hiçbir fikrim yok. 

Buradan herkese seslendiğim gibi eşcinsellere de sesleniyorum. Ne yaşadığınızla veya ne hissettiğinizle her ne kadar burada çok ilgiliymişim gibi gözükse de ilgilenmiyorum. Gerçekten. Hayat sizin ve kimse karışamaz. Ama size benden bir abla nasihatı. Karşınızdaki adamı iyi seçin. Evli erkeklere yanaşmayın. Etik değil bir kere. Bir de ulu orta yapmayın bu işi. At gözlüklerimi çıkarayım diyorum ama iki erkeğin öpüşme sahnesi bana hâlâ tuhaf geliyor. Alışamadım henüz. Siz de anlayışlı olun biraz.
Öberim :* (yanaktan)

24 Ocak 2012 Salı

Anlamlandıramadığım Şeyler Var


Dört yaşındaydım. Eskiye dair şeyleri fotoğraf karesi gibi hatırlar ya insan. Benim de aklımda sadece kare kare görüntüler var. Bilmiyordum henüz suikast nedir, faili meçhul nedir, bomba nedir veya niyedir. Babamın ağladığını hatırlıyorum çok net. Televizyonda parçalanmış bir araba vardı, ekranın yanında da Uğur Mumcu'nun fotoğrafı. Gazeteci olduğunu biliyordum sadece ve babam ağladığına göre iyi bir adamdı herhalde. İyiydi ama belliydi. Kötüleri böyle vahşice avlamazlar çünkü. İyi bir adamdı da iyiliği neydi, bilmiyordum. Küçüktüm çünkü, dört yaşındaydım.

On dokuz yıl geçmiş aradan. Uğur Mumcu öldürülmeden önce caddesi yoktu, misal. Var on dokuz yıldır. Suikastler var hâlâ. Bulunmayan katiller var, bulunsa da bulunmayan katiller... Ekranların yanında fotoğraflar var, iyi insanlara benziyor onlar da. Sonra düşünme yasağı var hâlâ. Birilerinin rahatını kaçırmak yasak.Karanlık var hâlâ, inatla aydınlanmasına izin verilmeyen. Ve ben on dokuz yıl geçmesine rağmen hâlâ anlamıyorum bomba nedir, silah nedir, öldürmek nedir veya niyedir. 

23 Ocak 2012 Pazartesi

Zaman Tünelinde "Dünden Bugüne Programlar"


Türk televizyon tarihinde Esra Ceyhan gibi bir gerçeği kimse göz ardı edemez sanırım. Ayrı bir ekoldü o.  Daha sonra program yapanlar onu örnek aldılar kendilerine. Riyakarlık veya konuk yalakalığı falan ondan yadigar hep. Öncekiler varsa da benim yaşım yetmiyor demek ki bilemiyorum. 

Eylül ayı falandı sanırım, Sabahların Sabaaağsı'nı görmüştük televizyonda. Seda Sayan'dan farklı bir format, farklı bir kadın ama garip bir şeyler var tarif edemediğim. Saba Tümer geç saatlerde yaptığı programlarla insanların sevdiği bir kadındı vakti zamanında. Ben o zamanlar da sevmezdim ayrı. Çünkü ben ağzıyla gülen insan severim. Hatta bir keresinde Kenan Doğulu konuğuydu. "Senin gülüşünü de çok seviyorlar, gülerken mikrofonu ağzından çekme sakın" diye öğüt vermişti adama. Şimdi kimse bana samimiyetten içtenlikten bahsetmesin. Zaten Saba o sesi çıkarırken gerçekten gülmüyor. İstediği zaman gülüyormuş gibi yapıp o sesleri çıkaran insanlar tanıyorum çünkü ben. 

Her neyse ilk programlarından birinde konuğu Ali Ağaoğlu'ydu. Ali Ağaoğlu bir kere boş adam, bunu tartışmak anlamsız. Kelime dağarcığını para, inşaat, para, araba, para, bina, kadın, para ve yine para kelimeleri oluşturduğu için bir cümle kurmaya çalıştığında "bu çok şey bir şey" gibi bir cümle çıkıyor ortaya. Dolu olan tek yeri cebi anladığım kadarıyla. Tabii bir de görgüsüzlük barı dolu ağzına kadar. Adam helikopteriyle programa geldi ya, ötesi yok bence. O programa gelene kadar da araba koleksiyonları gösterildi, helikopterinden canlı yayın yapıldı falan. "Saba Tümer neden programında böyle bir şeye izin veriyor ki?" diye düşünürken değirmen taşı kıvamında kocaman kıçını oturduğu yerden kaldırdığı gibi Ali Ağaoğlu'na sarılıp öptü geldiğinde. En sevilen iş adamı, Türkiye'nin bayıldığı isim vs. Durdu durdu ağzına mikrofonu sokmak suretiyle kahkaha atıp adamı övdü. Anladık ki artık Saba da eski Saba değil.  

Okul varken televizyon izlemediğim için tatilde eve gelince bakıyorum. Ben sadece belgesel, kültür sanat programları ve açık oturum izliyorum inanır mısınız? Yok inanmayın zaten. Böyle de söylemeyin orda burda, kimse de size inanmaz. Neyse geçen hafta tiyatrocu üç kardeşi konuk almış. Konuklarıyla o kadar ilgisiz ki soru sorup cevabını bile dinlemiyor. Hatta birinin oynadığı filmi öteki oynadı diye söyledi. Bir de filmi izlediğini ve çok beğendiğini söyleseydi işte o zaman dadından yenmezdi ama konuklar insaflı kişilermiş hatasını düzelttiler. Sonra dünyanın en uzun adamı diye rekorlar kitabına girmiş 2 metre bilmem kaç santim uzunluğunda bir adamı çağırmış. "Kardeşlerin arasında en uzun sen misin şimdi kahkahkah?" diye bir soru sordu ben artık televizyonu kapattım zaten. Okumam gereken kalın kalın kitaplar var benim. Katılmam gereken sanat sergileri, çekmem gereken sanatsal kısa filmler var.

Evet artık geldik yazımızın "conclusion" bölümüne. Şarkıyı bilmediği halde kameranın onu çektiğini fark ettiği an ağzını oynatmaya çalışan, riyakarca kameralara ağlayan, doktor diye anons ettiği konuğunun avukat çıkması gibi gafları olan ve televizyonları yıllarca esir alan Esra Ceyhan sözüm sana! Şimdi nerelerdesin bilmiyorum. Neredeysen mümkünse orada da kal zaten. Ama bak gör bu ülkeye neler yaptın. Bu ülke ki İkbal Gürpınar, Müge Anlı, Saba Tümer ve nicelerine maruz kalmak zorunda senin yüzünden. Şimdi kameralar olmadan ağla ki insanlar bu programları izlemek zorunda kalıyor. Herkes ben değil ki kültür sanat programları, açık oturumlar, belgeseller, serg...