30 Ocak 2011 Pazar

Merkür 4. Eve Girer


"Antalya'da hava sıcaklığı giderek artarken serinlemek isteyen tatilciler çeşitli yollar arıyorlar. Antalya'nın yakıcı sıcağından kurtulmanın en iyi yolunun buz olduğunu ifade eden Rus turistler, 'Buza oturma yarışması ilgimizi çekti. Fakat buz üzerinde oturmakta güçlük çektik' diye konuştular. Birinci gelen Rus turiste dondurma ikram edildi." Bu haberi de aynen kopyala-yapıştır yaptım. Alıntıyı nerden yaptığımı kaynaklarda da göstedim hocam. Çalıntı ödeve karşı olduğumuz gibi çalıntı bloga da karşıyız biz ailecek. Titiziz yani bu konuda. Sorun yok.

Konu nedir? Antalya. Evet. Haber yelpazesi maalesef ki biraz dar. İlkbaharda pek haber değeri taşımaz burası mesela. En fazla İstanbul'da sis, soğuk varken Antalya'da denize giren iki koca götlü Alman'ı gösterirler. Ama yazın bol bol buza oturan Rus görme imkanımız var televizyonlarda ve gazetelerde. Sonbaharda Altın Portakal var. Kışın da yılbaşında denize giren bir grup deli evlerimize konuk olur. Bu kadar. Mevsimleri tanıyalım köşemizi de gördükten sonra ben bugün üzerinde durulmayan ama Antalya'nın bence en büyük kanayan yarasının üstüne parmağımı basmak istiyorum. Bastığım parmak Buz Parmak. Ama sıcaktan serinletmek için değil, ellerim buz gibi olduğundan.

Başka şehirlerde yaşayanlar zannediyor ki Antalya'dakiler hep koca götlü, hep buza oturuyor. Oh zevk sefa onlarda. Donuyoruz biz oysa. Burda yaşarken farkına varmazdım ama Ankara'ya gittiğimden beri anladım ki burdaki insanlar bildiğin kışın soğukta yaşıyor. Tamam Ankara İstanbul soğuk ama kombi var ne biliyim  merkezi sistem var. Dışarda kar yağarken, ordakiler sıcacık evlerinde camın önüne geçip kahvelerini içerken bir tatlı huzur bulabilirler. Ama burda tam tersi dışarısı sıcak evler soğuk. Antalya'da nasılsa Ruslar buza oturuyor diyip kalorifer sistemi yapmamışlar evlere. Klima ve ufo ısınma gereçleri. Ufo zaten ne idiü belirsiz garip bir şey. Değdiği yeri ısıtmıyor, yaptığı şey ızgara çünkü. Suratın kupkuru olmuş yanmış bir halde ama ayakların buz gibi ısı oraya gelmediği için. Klimanın yine biraz daha eli ayağı düzgün ufoya göre ama onda da odadan çıkınca donuyorsun. Koridorda Akdeniz'den ferahlatıcı bir esinti falan..

Banyo olayı bambaşka bir deneyim zaten. Gün ısı dünyaya gelen her canlının geçmesi gereken bir sınav bence. Hava tahminine göre banyo yapmak.. Su ısınmıştır diyip girersen suyun altına, banyonun tam ortasında donman en olası şey. Ona da çözüm olarak şofben, radyatör falan var ama nerde buza oturan Rus turistin havası, nerde yıldızların ve gezegenlerin konumuna göre banyo tahminleri yapan Antalya sakini.  


Kaynaklar
http://www.kenthaber.com/akdeniz/antalya/Haber/Genel/Normal/rus-afetler-buza-oyle-bir-oturdu-ki---/d1651826-27ae-48f2-bb21-bc1a5d15cadc

28 Ocak 2011 Cuma

Gregor Samsa


"Alo Haşere, yıllardır ilaçlama sektörünün öncülerinden olan şirketlerin başında gelmektedir. Alo Haşere'nin ilaçlama ekip kadrosu iş disiplinine sahip, tecrübeli, eğitimli ve profesyonel bir kadrodan oluşmaktadır. İlaçlamalarda ileri teknolojik ve modern ekipmanlar kullanılarak Ziraat Mühendisleri gözetiminde ve WHO (Dünya Sağlık Örgütü) tarafından onaylı insan sağlığına ve evcil hayvanlara zararlı olmayan çevre dostu intesitler kullanılmaktadır. Sağlık bakanlığı ve Belediye tarafından verilen ilaç uygulama yetki belgesini aldıktan sonra % 100 müşteri memnuniyeti sağlayarak yoluna kararlılıkla devam eden şirketimiz dünya standartlarında hizmet vermektedir." Bu yazıyı sitelerinden kopyala-yapıştır yaptım.

Ben bizzat şahidim başarılarına. Geçen haftalarda okula giderken ODTÜ'nün olduğu tarafta bir duman gördüm. Dedim ODTÜ ormanında yangın mı çıktı leleroloyor? Sonra anladık ki mevsimlik ilaçlama varmış. Alo Haşere yine işbaşında. Malzemeden çalmadıkları gibi eleman sayısından da kaçmıyor keratalar. Bir Gregor Samsa'ya 5 biber gazı bombası, 2 zırhlı araç, 1 tazyikli su fışfışçısı ve 50 robocop düşüyor oturduk saydık. Eskişehir yolu felç çünkü vaktimiz oldu saymaya. İşlerini de temiz yapıyorlar. İlk önce joplarla indiriyorlar tepelerine kakalakların. Kitinlerinden çıkan çıtırtıyı duymadan içleri rahat etmiyor çünkü. Sonra yavrulamasınlar diye biber gazıyla bir güzel ilaçlıyorlar. Ardından da "hedefimiz hijyen" mottosuyla yola çıktıklarından tazyikli sularla ters dönmüş bacak sallayan böcekleri temizliyorlar yoldan. Arada ölmeyen kaldıysa da Ankara'nın bu soğuğunda ölsünler diye.

Aynı ekip sırf saçı uzun diye Kızılay'ın ortasında Ankaragücü'nün bazı taraftarlarından dayak yiyen 2 kakalak arkadaşımı tutup karakola götürdü. Dedik "Ama adamlar saldırdı arkadaşımın bileği çatladı leleroloyor!" Hemen tespitte bulundular. Genetik ve toplum bilimciler de aynı zamanda. Şimdi bizim kakalaklar mutasyona uğramışlar öyle uzun saçlar falan. Karantinaya alcaklarmış nesil bozulmasın diye. Amaç güzel ırk yaratmak. Böyle de duyarlı, böyle de insanlığa hizmet ediyorlar.

Dün de İstanbul'da temizlik yapmışlar yine. Neymiş bizim kakalaklar hükümeti eleştirceklermiş, bunun bir suç olduğunu bilmezmiş gibi. İncecik yamulan sopalarıyla robocoplarla başetmeye çalışmıyorlar mı bir de. İnsan üzülüyor haliyle. Radyasyondan etkilenmeyen tek canlı olsak da bir fıslık canımız var oysa. Ama bizim ekip işi şansa bırakmamış zaten. Ters dönmüş bacak sallayan öğrenci dönmeye çalışırken pekmezini akıttılar hemen. Sonrasında malum temizlik. Nasıl şahane çalışıyorlar. Gurur duyuyorum.

26 Ocak 2011 Çarşamba

Geçmişten Gelen Blog

Dün gece 5 bölüm Dexter izledikten sonra karar verdim ki üst üste 2 bölümden fazla izlemeyeceksin bu diziyi. Sabaha kadar Ellen Wolf'un kahverengiden beyaz-mavi renge dönmüş gözleri ve mezardan çıkarılan hali gözümün önünden gitmedi. Evet biraz geriden takip ediyorum ama Lost'ta izlediğim son bölümde hala uçak enkazı vardı plajda mesela. Bu yüzden benim gibi biri için bu kısım sorgulanmamalı. Her neyse ama özetle şunu söyleyebilirim ki 3. sezonu bitirmemle birlikte Ömer Çerakıl gibi dizinin şifresini çözdüm. Şifre işte bu kadın: Maria LaGuerta.

  

 Geçtiğimiz 3 sezonda da gördük ki Maria'ya yaklaşan boku yedi. Er ya da geç ölüyor yani. Bakın James Doakes, Ellen Wolf, Miguel Prado... Hele şu zavallı Ellen'ın hali nedir ya? İçler acısı... Gözlerimi kapattıkça onu görüyorum.






Şifre bu kadar basit yani: "Dostum" diyorsa kaçıcaksın bu kadından.

Önümüzdeki sezonlarda tek dileğim Maria'nın Rita'yı arkadaş bellemesi. Dizi başladığından beri ölmesini istediğim tek kişi o. Bunun olması için de Maria'nın dostluğuna ihtiyacım var. Bir kere Rita iğrenç öpüşüyor ve bu kadar kötü öpüşen birinin ölmek en doğal hakkı. Ben öyle öpüşsem "Öldür beni Dekstaağ" derim. Camilla gibi efendice derim bunu. Ötanazi doğal bir hak çünkü. Lila gibi İngiliz aksanını yediğim bir kadın bile öldüyse zaten Rita'nın hiç şansı yok bu dizide. Neyse bu bayat yazımı burada sonlandırıyorum. Bir sonraki yazım Lost'taki uçak enkazının kumsaldan kaldırılması şerefine olcak. Öberim.

25 Ocak 2011 Salı

Ben Hayatımda Osurmak, Geğirmek Nedir Bilmem



Ebru Şallı plates sektörüne el attığından beri hepimiz kaburgamızı itiyoruz leğen kemiğine doğru. Doğru nefes egzersizleriyle taş gibiyiz. Hı bir de boyumuz uzuyor en az 2 cm. Daha bugün dedi. Garantisini veriyor. Birinci çoğul şahıs ekleriyle yazıyorum ama o "biz"e ben dahil değilim. Dahilliğim nacizane izleyici olarak. Ama yurtta oda arkadaşım olsun, evde annem olsun direkt olayın içindeler. Ben Ebru Şallı diyorum mesela resmiyetten dolayı, onlar Ebru'ya geçmişler. İşte Ebru'nun topu, Ebru'nun lastiği falan Ebru'nun nesi varsa satın alındı. Sabahları karşılıklı spor yapıyoruz. Yapıyoruz dediğim neyse anlaşıldı zaten. Ebru Şallı'nın da dediği gibi; "Şimdi kaburgalarımızı kapatıyoruz. Omurlarımızı teker teker hissediyoruz. Kaslarımız çok güzel çalışıyor."
Bir seyirci olarak şunu farkettim ki plates gaz yapan bir şey. Yapan kişi illa bir süre sonra ya geğiriyor ya pırtlıyor. Osuruyor demedim dikkat edersen blog, seninle de samimiyetimiz o kadar değil henüz. Her neyse ama bir seyirci olarak farkettiğim bir diğer şey de Ebru Şallı'nın gıkının çıkmaması. Annem yazık nefes nefese kızarmış, yurttaki kızlar deseniz sürekli bir gaz halinde falan. Ama Ebru Şallı hem hiç susmadan spor yapıp hem de osurmamayı başarabiliyor.Tamam tüm kaslarımızı beraber çalıştırıyoruz ama biz hiç karizmatik değiliz Ebru! Hani göğüs kafesimizi beraber kapatıyorduk? Hadi göğüs kafesini kapattık diyelim kapatamadığımız yerler var. Onları napıcaz?

24 Ocak 2011 Pazartesi

Oku Bakayım

Bloga başladım.
Duygu bak blog.
Işık ılık süt iç.
Birol ablan evi süpürmüş mü?

Birol sana diyorum!
Bu fiş eğitim-öğretime yapılan bir darbedir bence. Tam at, top, süt diye hevesli hevesli öğrenmeye çalışırken ilk korku bu fişle başladı. "Ali topu at" yazdığına sevinirken, Birol'un kardeşler arasına nifak sokan ve muhtemelen annesi olduğunu düşündüğüm kişinin uyarısıyla irkildi insanoğlu. Cümle de uzun. Soru eki falan var. Hata yapıcam diye korkardım ben de. Birol da korktu. Hâlâ korkuyor...

Şimdiye kadar orda burda attım tuttum. Biraz da burda atıp tutmaya karar verdim sevgili gönül dostları.  İlk bloga fişlerle başladık. Basitten karmaşığa böyle. Step by step. Hadi muck :*