27 Şubat 2011 Pazar

Redrum!


The Walking Dead izledik İlke'yle. "Hof inanılmaz korkcaz bak çok korkunç olcak!" diye güdüledim onu. Çünkü ben böyle güdülendim başkaları tarafından. Bölümler indi. Oturduk. Güdülerimiz de hazır. Biri gelse Bö! dese korkmaya hazırız. Zaten tırsık tipleriz. Dizi başladı, hastane sahneleri falan gerik, gayet güzel. Sonra bölüm bitti. İlk bölüm diyedir, ısınma turudur dedik 2. bölümü izledik, 3. bölümü izledik. Zaten sağ baştan say toplam 6 bölüm var ilk sezonda. Tamam zombilerin tipleri güzel olmuş, bazı yerlerde heycanlandık ama heycanlandık sadece. Bir kere en yakın arkadaşının karısını "senin kocan öldü" diyip daha 2. gün düdükleyen bir arkadaş olmaz olsun. Bu konuda anlaşalım önce.

Sonra "Bir İngiliz, bir Fransız bir de bizim Temel" le başlayan fıkralar gibi; bir zenci, bir beyaz, bir çekik gözlü ne varsa doluşmuş diziye çeşit olsun diye. Bir de ırkçılık falan yapıyorlar kendi aralarında. Adamın orda ağzı yamulmuş, gözü akmış yine de seni yemek için canla başla uğraşıyor, sen beyaz götünle övünüyorsun! gibi bir toplumsal hedehödö çıkarımı da yapabiliyoruz izlerken. Ayrıca kişi başına düşen zombinin altın fiyatlarıyla kapıştığı bir yerde, adamın camı açık sanki Park Caddesi'nde piyasa yapıyor. Hiç mi araba görmedin fakir piç! Hani uçan arabalar, insanlardan bir farkı olmayan robotlar falan yapıyordunuz siz? Hani bu tip platformlarda zeki, çevik ve ahlaklıydınız çekik gözlerinizle?  Herhalde bizimki fıkradaki Temel rolünde bu dizide.

Hem eğer bir bomba patlıyorsa sadece camı patlatmaz delikanlı, senin kafanı da patlatır. Böyle de mantık hatalarıyla dolu bir diziyi bitirmiş bulunmaktayız. Tabii zombili bir diziyi hangi mantık çerçevesinde izliyorum ayrı bir konu ama zaten orası da sizi ilgilendirmez asdfg:D Öyle yani özetle korkamadık genşler. Bok atmak gibi bir amacımız yoktu, aksine bu diziden ümitliydik ama olmadı. Biz de gerilmek için The Shining izledik. Zaten The Shining izleyen birini sen kolay kolay korkutamazsın. Gerilim sektörünün 1980 sonrasında bitmesi lazımmış bence. Ya da üniversitelerde kürsüler açıp Kubrick'den dersler alınmalıymış falan. Neyse ki filmle birlikte sinirim bozuldu, gerildim, korktum, kalp ritmim bozuldu.. Günü kurtardık yani. Öberin:*

24 Şubat 2011 Perşembe

Pasaklı Pağii


Dün 2-3 tane birbirinden alakasız yazılar yazdım. Sonra sildim. Amerika'nın yaşadığı "Great depression" bok yemiş yani benimkinin yanında. Kulvarlarımız farklı ama olsun. İlke'yi gönlümü eylemesi için görevlendirdim bugünlerde. İlke şu tepemdeki kalp gözlük. Zaten onun kim olduğunu bilmeyen varsa lütfen otursun köşesinde ağlasın sessizce. Her neyse normalde daha okuldan çıkmadan "bize gel noooğlur!" diye bıkbıklamaya başlar. Ben taze nazlı gelin edalarıyla bir giderim iki gitmem falan. Ama Ankara'ya geldiğimden beri hergün onlara gidiyorum tıpış tıpış. Gidiyorum da ne yapıyorum? Uyuyorum. Uyuma da ne uyuma yani. "Tamam uyumak yok" diyip oturma odasına geçiyoruz mesela, ben saatler sonra koltukta uyanıyorum kolum bacağım uyuşmuş şekilde. Beyin böyle bir şey azizim, kendini savunmayı beceriyor bir şekilde. İşte böyle 1 haftadır sürekli uyumalar, animeler gibi titreyen sulu gözlerle etrafa bakmalar falan.. Rezalet. Neyse ki 7'si oldu bugün rahatladık. Hayat normal, kuşlar böcekler.. 40'ı çıkınca da level atlayıp parende atarım artık. 7'si, 40'ı, otu boku sayarlar ya hastasıyım. Hasta olduğum bir diğer şey de "yatır". Antalya'da var mesela bir apartman. Tamamı boş onun. Sebebi altındaki yatırmış. İnanmayıp taşınanlar 7'si çıkmadan kaçıyorlarmış ordan. Yatak odasında yatıp, sabah mutfakta uyanıyormuşsun. Böyle fantezi seven bir yatırmış.

Bir başka yatır da bizim yurdun altında var. Oda arkadaşım buldu onu. Şimdi banyodaki kaloriferin üstünde bir havlu var. Sanırım temizlikçi apla onunla orayı burayı bırkalıyor ama yapmasa eminim daha çok hijyen olur. Öyle leş bir şey. Ben her banyoya girdiğimde onu çöpe atıyorum. Ve her seferinde aynı havlu yine kaloriferin üstünde oluyor. Geçen gün büyük çöp kutusuna attım onu, artık kadın ordan da çıkarıp koyamaz diye. Üstüne çöp attık hatta. Kulağımızı kaşıdığımız pamuklu çıbııı da attık. Bir sıçmadığımız kaldı üstüne. Artık emindik ondan kurtulduğumuza. Ama bu sabah bir baktım ki yine aynı yerinde duruyor havlu. Anladık ki bizim yatır Pasaklı Sally. Yarın yangın merdivenine çıkıp bulvara doğru fırlatıcam o havluyu. Eğer yine aynı yerinde bulursam artık saygı duyup önünde eğilirim. Çerçeveletip yatak ucuma asarım falan. Bükemediğim yatırı öberim yani bakarız artık bir çaresine.

Yatır diyince aklıma niyeyse mumya geldi. Google görsellerden mumya diye aratınca da Paris Hilton'nun oynadığı mumyalı bir filmden fotoğrafı çıktı. Muhtemelen ilk sevişen o olduğu için filmin başında ölmüştür zaten. Yaşadığı korku kırmızı sütyeninde saklı. Dirty Sally diye de arattım ama onları koysam olay olur sanırım. Paris'le idare edin siz.

19 Şubat 2011 Cumartesi

Bir Genç Kızın Gömdüğü


Şu gönül işleri çok boktan lan blog. Konduğu yerin ot ya da bok olmasından bahsetmiyorum. Öyle ya da böyle sonu boka bağlanıyor onu diyorum. Yani en azından bende böyle durum. Yoksa çevremde "perfect couple" lar yok değil. Bulan buluyor terliğinin diğer tekini, hamburgerinin kolasını, kestanesinin şekerini.. Ama siz pörfekt kapıllar; iç işlerinde bağımsız, dış işlerinde bağımlısınız bunu unutmayın. Özerk bölgesiniz lan azınlıksınız bir kere. Ya da ne biliyim nesli tükenmekte olan türsünüz. National Geographic özel belgesel falan hazırlamalı size, ama tek şartım seslendirmeyi Tarkan yapıcak. O yüzden size bulaşmıcam, siz öyle tatlı tatlı durun kenarda.

Böyle boka bağlanmakla noktalanan gubik dönemlerde, normalde osuruk sesinden efekt yaptığınız film sahneleri, hof diye geçtiğiniz şarkılar anlamlı gelmiyor mu! Hastasıyım. Zaten boğazda hali hazırla bekleyen bir düğüm var, zannedersin gemici düğümü. Yer yer trigonometri, gölgede arap saçı. Ya da bir kör düğüm, çözdükçe dolanıyor falan (nasıl?). Son derece boktan bir durum yani. İnsan tribe girme zorunluluğu hissediyor bir de. Sümüklü yalvaran aşık, uhuu götümde bile değilsin diyen Demet Akalın kızı, ceketimi alır giderim havaları gibi alternatiflerimiz var elimizde. Erken rezervasyonla uygun imkanlar da sunuluyor şirketler tarafından. Her cebe uygun seçenekler var yani.

İşte böyleyken böyle blog. Ben de isterim enseye tokat göte parmak yazılar yazayım sürekli sana. Ama arada olur böyle. Sen de idare edicen, hep bana hep bana olmaz. Sen benim sırtımı kaşı hırt hırt hırt, ben senin sırtını kaşıyım hırt hırt hırt. Böyle kendi kendime konuşuyorum sıkılmıyorsundur umarım. Neyse bir de bunu dinle blog, eşlik et bana. Seni bugünler için açtım ben. Hadi öberin:*
http://www.ufizy.com/#S1lyPp18OEs/r/!/

18 Şubat 2011 Cuma

Louboutin ayakkabımın çıkardığı tık tık sesinden korkuyorum


Fıstık ezmesinin damağına yapışmasından korkan insanlar var. Fobi olarak isim bile vermişler: Aracibutirofobi. Tek manyak yok yani bu dünyada. Bu fobi çatısı altında birleşen manyaklar var. Dernek falan kurmuşlar pişti oynuyorlar kendi aralarında. Yılın belli günleri mangallı piknik yapıyorlar falan. Korkacak onca şey varken deli misiniz arkadaş! Fıstık ezmesi de yemeyiver ölmezsin. Ben de fıstık ezmesi yemezsem her an ölebilirim bundan korkuyorum mesela. Böyle bir fobi edindim an itibariyle.

Bu fobiler orda burda soru olarak karşımıza çıktı babamla, ben de oturdum araştırdım. Sizler için isimlerini kopyala-yapıştır yaptım, cümle içinde kullanıp pekiştirdim. Tek amacım blogum aracılığıyla aracibutirofobiklere bir iki laf söylemek. Çünkü biliyorum ki 75 milyon insan bu blogu takip ediyor. Ve bu 75 milyonun içinde fıstık ezmesinin damağına yapışmasından korkan insanlar da eminim ki var.

İşte sözüm sana arkadaşım. Git potofobik ol, alkollü içeceklerden kork. Şu dönemde prim de yapar hem. Politikofobik ol, politikacılardan kork. "Çok yanar döner adamlar güvenemiyorum" de gerekçen olsun. Elimizde son moda teratofobi var mesela. Kapış kapış gidiyor bu fobi  ablalar kaçırmayın. Doğuracağı çocuğun şekilsiz, çirkin, garip guraba olmasından korkmaymış. Bence bir anneyi evlattan soğutabilecek bir gerekçe, bu da ekmek arası gider. Sonra yalandan kork yılandan korkmadığın kadar ne biliyim. Özlü sözlü fobilerin olsun. Fıstık ezmesinin damağına yapışmasından korkmak ne! Bu kadar zevk sefa  düşkünü piçi bir arada görmedim. Şimdi gidin burdan. Ama önce öbeyim:*

14 Şubat 2011 Pazartesi

Sayfayı Bileğinize Sürünüz


"Gün Kokusu" denen bir şey vardır. Gelen kadınların çiçeksi parfümleriyle kadınsılığı doruğa çıkaran bu koku, üst notalardaki poğaça ve kekin verdiği ferahlık ve canlılık ile ışıltılı ve cazip... Orta notalar kadınların zerafetini ön plana çıkarırken, patates salatası ve pastalardan oluşan gizemli dip notalar ile Gün Kokusu romantik ve nazik bir dokunuş..

Gel gör ki artık bu koku yok.  Çünkü kadınlar bu işin de kolayını bulmuşlar. Ayda bir börekçilerde, bistrolarda, cafelerde gün yapıyorlar. O kadar Antalya'ya geldim, annemin gün pastasını, gün böreğini yiyemedim. Burdan annelere sesleniyorum! Günlerinizi evde yapın. Biz evdeki emekli baba, tatil için gelen çocuk olarak diğer odada oturuyoruz zaten. Hiç rahatsız etmiyoruz ki sizi. Tek istediğimiz basta, börek, batates salatası. Ben bir de gün kokusunu istiyorum. Seviyorum nabalım. Yeni yeni adetler çıkarmayın. Litfen.

12 Şubat 2011 Cumartesi

Zurna


Mirc denen bir şey vardı. Slm asl? 17f derdim, 12-13 falandım oysa. Çünkü 17 büyük bir yaş eşiğiydi gözümde. Gerçi yaş farketmez. 23 diyordum mesela 25 yaşında oluyordu karşımdaki, 17 diyordum 18-19. Ama hiç 30f dediğimde 23m diyen olmadı. Hep böyle bir denklik. Belki yaşça benden küçük erkeklerden hoşlanıyorum, yok illa denk oluyordu. Kimse de sorgulamıyordu gerçekten o yaşta mıyım diye. Gerçi 30 yaşında olup hala kendini çocuk zanneden tipler yok mu, var. Ben de sorgulamıyordum o yüzden. Böyle bir dünya. Orda doğruları söyleyeni geçen gördüm sokakta dövüyorlardı.

İnternet aleminin zaman içindeki bayık yolculuğuna çıkmıyoruz panik yok. "Hey gidi internete bağlanma sesi vardı bizim zamanımızda" demiyorum, sadece diyorum ki şimdi olsa çok kolay anlamak. En azından belli bir yaş aralığını ve cinsiyeti çözmüş durumdayım. Üzerime eklenen 10 senenin hiçbir etkisi yok bunu söylememde, tecrübe falan değil yani. Şöyle ki; baktın karşındaki kelimelerin sonunu uzatıyor bil ki  +40f . Facebook kazandırdı bu yeteneği. Uzaktaki teyze, ayrı şehirdeki anne öğretti bunları hep. "Canımmmm, ne kadar tatlı olmuşsunnn, öpüyorummmm kocamannnn, kendine iyii baak.." Kelimelerin sonları uzadıkça mesafeler azaldı adeta.  Sevgiler daha bir pekişti, daha kocamaaann öpüldü. İnternette böyle konuşan başka yaş grubu yok genşler. Olunca ben size söylerim. 

Derken yan masadan meyt'im şöyle bir detaya parmak bastı. Ah işte burası böyle interaktif bir bilok.
Şimdi onun teorisi şöyle: Benim  +40larım zamanın gençleri gibi yazışmaya çalışıyor, hatta özeniyorlar. Sonuçta interneti yeni kullanmaya başladığında "ay kız Nerimoş feysbık diye bir şey varmış tüm gençlerde var biz de deneyelim "dediklerine emin kendisi. Fakat onun 18-25 leri zaten yıllardır bu işin içindeler ve yıllardır m'leri uzatıyorlar. Mesela şimdi 5 sene sonra benim +40 larım +45 olmuş olacak ve onlar dslkgjdskgjkdsag diye gülmeye başlayacaklarmış. Gün gelecek, hatta onların "rofl" ve "lol" diye gülecekleri görüşünde. O yüzden meyt'imin zamanın 18-25'lerine bir uyarısı var. Benim de iletmek görevim. Konu senin lolitan, benim milf'im değil çünkü. Konu hassas.

Siz sevgili genşler! Dişlerine tel takınca kendini tamamen tiiğneyç sanan koca koca kadınlara da sesleniyorum izninizle. Blog benim, bu kadar da söz sahibi olayım. Neyse. Kendinize çeki düzen verin, haklarınıza sahip çıkın! M'leri uzatmak, lol diye gülmek sizin hakkınız! Ve hatta diş teli takmak da! Herkes kendi işini yapsın. Litfen.

10 Şubat 2011 Perşembe

Buldurcuk İstiyor Şehzade

Madem tatildeyim. Madem televizyon izleyip duruyorum (aa kitap okumuyor cahil!) Muhteşem Yüzyıl'a bir parmak basmazsam eksik olur. (Iyy izlediği diziye bak!) Evet Sex And The City kızları bu seferki basacağım parmağın adı tahmin edersiniz ki vezir parmağı.

Bize okuttuklarında tasvirlerle dalga geçmiştik. Zihinde canlanınca komik çünkü ama dizideki Hürrem'i görmemle birlikte pazıl tamamlandı. Çözdüm olayı. Ah görsel destek nasıl da önemli eğitimde. Şöyle ki;

Günlerden birgün Ay Hakan'ın göğsü yarılıp yavruladı. Kız evlat doğurdu.
Bu kızın yüzü mavi, ağzı ateş gibi kızıl, gözleri elâ, saçları ve kaşları kara idi. Çocuk annesinin göğsünden ilk sütü emdi, bir daha emmedi. Çiğ et, çorba ve şarap istedi. Dile gelmeğe başladı. Kırk gün sonra büyüdü, yürüdü, oynadı. Ayakları öküz ayağı gibi, beli kurt beli gibi, omuzları samur omuzu gibi, göğsü ayı göğsü gibi idi. Bütün vücudu tüylü idi. At sürüleri güder, atlara binerdi. Av avlardı. Günlerden ve gecelerden sonra Hürrem oldu...

Kadın kadın değil Oğuz Kağan sanki. Öyle iri. Öyle dolduruyor ekranı. Yakın çekimlerde ekran kapanıyor zaten. O kadar döneme uygun dekor, kıyafet, bilgisayar numaraları falan hepsi boşa israf. Diğer sahnelerde hadi özendiniz yaptınız diyelim, Hürrem sahnelerinde eşkına gerek yok genşler, biz başka şey göremiyoruz çünkü.

9 Şubat 2011 Çarşamba

Yollarımız Hiç Kesişmedi


Aşk tesadüfleri falan sevmez. Lütfen birbirimizi kandırmayalım. Şurda kaç yıllık hukukumuz var sonuçta. Aşk neyi sever? Burda ahkam kesecek halim yok ama tesadüfleri sevmediği kesin, bunu söyleyebilirim. Kızlar için genelde yalan söyleyen, süründüren ya da piç erkeklerse aşk (benim aşkım piç de değil yalancı da değil taaam maağ! diyen kızlara muck:* çünkü kimse sınıfın en çalışkan, gözlüklü çocuğuna aşık olduğunu iddia etmesin ), erkekler için de olsa olsa... Olsa olsa... Gerçekten cümlenin devamını bilmiyorum. Bilsem burda ahkam keserdim çünkü. Ya da kendi söküğümü dikerdim, kel başıma merhem sürerdim ne biliyim yapardım bir şeyler. Ama bildiğim şey klişe filmlerden nefret ettiğimdir. Evet bu konuda ahkam kesebilirim. Film Ankara'da çekilir adı "tesadüf" olur, New York'ta çekilir "serendipity".. Biri 14 Şubat öncesinde çıkar, biri Noel öncesinde. Diller farklı, meridyenler paraller farklı, ama aşk.. Ah aşk hep aynı... Nah aynı -_- Aynı olan hepsinin bayık filmler oluşu.

Ben niye bu kadar öfkelendim? Çünkü burda benim bir parmak basmam lazım. Bu sefer basacağım parmağın adı yok. Elimde sadece "on iki parmak bağırsak" "on parmak klavye" ve "vezir parmak" örnekleri kaldı. Onları da yeri geldikçe kullanmayı düşünüyorum. Her neyse buradaki isyanım günde en az 10 kişinin paylaştığı videoya. Eylül Akşamı benim en çok sevdiğim Bülent Ortaçgil şarkısıdır. Olamaz mı? Olabilir. Benim de "şarkılardaki, filmlerdeki aşklara özenen genç kız" hallerim oldu zamanında. Romantizmin yerini realizmin almadığı dönemlerdi. Ve o dönemler hatrına saygım, sevgim var bu şarkıya. İlgimiz alakamız da karşılıklı. Lütfen beni soğutmayın bu şarkıdan. Issız Adam izleyip sahafları gezen, plak dinleyen insanlardan yeni yeni kurtulduk. Bir de "destiny" çıkarmayın başımıza. Yolda yürürken önünüze bakın yeter. Öberim.

5 Şubat 2011 Cumartesi

Kel kendine gel



Hıncal Uluç; gazeteci, yazar, güzellik yarışmalarının jüri üyesi, spor eleştirmeni, şimdi de ahlak polisi... Şu kelindeki ruj izine bakmaksızın hem de. Ben ondan Ece Gürsel'le bir evlilik beklerdim mesela bu tip düşüncelerinin olduğunu daha önceden bilseydim. Sen elalemin gencecik kızıyla gez toz, kelini öptür ama nikahına alma. Vay kerata! Gerçi bu konumda Hıncal mantığıyla yola çıkarsak Ece Gürsel'i suçlamamız lazımdı pardon. "Sen deden yaşındaki adamla gezmeye utanmıyor musun!" diye.

Biz onu hep şık gömleği, uygun fuları ve omuzlarına attığı kazağıyla bir entellektüel fotoğrafın içinde gördük yıllarca. Sanatsa sanat, güncelse güncel hep büyük saygıyla dinledim. Boş değildi çünkü bu adam. O içinde gördüğümüz "entellektüel fotoğraf" ta sırıtmıyordu.

Herkes attı tuttu Defne Joy hakkında. Kimi gencecik anneydi dedi, kimi alkolden galiba dedi. Ben sadece dans yarışmasına bakarken "Hof bu kadından nefret ediyorum" dediğim için çok pişmanım. Hakkında bir şeyler yazsam bunu yazardım herhalde. Ama Hıncal Uluç'un yazdığını görünce "Bu Nasıl Bir Mahalle Baskısıdır?.." diye, ben de dedim tamamdır. "Bir insan öldü siz daha neyi tartışıyorsunuz?" u demiştir ve eminim güzel yazmıştır. Bayaa da uğraşmış kerata. İngilizce kavramların yanında Türkçe açıklamaları falan. İngilizce'yi adeta eğlenerek öğretmiş hazırlık sınıflarındaki gibi. Eğlenme de ne eğlenme. Üniversiteye gelmişsin, sınıfında 82li adamlar var ve duvarda renkli kartonlar, oyunlar.. "Eveet hadi şimdi oyun oynayalım. "Making love" ile "Falling love" arasındaki yedi fark nedir? Bilen sonrasında "one night stand" kalıbını cümle içinde kullanacak."

Bu ülkede tonlarca ölen insan oldu. Aselsan'daki 3 başarılı mühendis intihar mı etti? Ya da 1 uçak dolusu bilim insanı dağa çakıldı ve uçak kazası denip geçildi. Bunların hiçbiri tartışılmadı, araştırılmadı. Ama bir kadının ölümü üzerine bu kadar saldırı yapıldı. Altanların akrabası adam "kerata" oldu, kadın yiyeceği damgayı yedi, her zamanki gibi. Öldü de zaten cevap hakkı da doğamayacak, senin için de üzgünüm Müge Anlı.

"Yarın o bebek aklını başına toplayacak yaşa geldiğinde 'baba bana annemi anlat' diyecek?.." demişsin ya Hıncal Uluç, eminim aynı bebek bu yazıyı yazanın da kim olduğunu soracaktır. Yarın öbür gün fazla doz viagradan öldüğünde ben yine ismimi vermeden bağlanıp kelinden öberim:*

2 Şubat 2011 Çarşamba

İkizlere Takke


Lucy Lawless nam-ı diğer Zeyna... Zamanında bir neslin erkeklerini televizyon ekranlarına sürükleyen kadın. Sene olmuş 2011 hala da sürüklüyor. Deri kıyafetleri çıkardı, indi atının üstünden; zarif elbiseler giydi (kimi yerde giymedi) ve cazibesinden bir şey kaybetmeden tekrar karşımızda. Kaybetmez de, sıfatının hammaddesi ortada sonuçta. O bahsettiğim "bir neslin erkekleri" meğer tüm ergenliklerini Zeyna'nın memelerini görmeyi hayal ederek geçirmişler. Şöyle bir düşündüm, Gabrielle ile arada yiyişiyorlardı ama meme gördüğümü hatırlamıyorum ben. Üstünde de durmadım zaten. Ama üstünde duranların sayısı tahmin edilenden çok daha fazla sevgili Freud. Zeyna'da bilinçaltına atılan memeler Spartacus ile birlikte ortaya çıktı çünkü.

Geçen sezon çok beğenerek izledim ben Sıpaağtaküs'ü. Lucy'nin memelerine yönelik bir beklentim olmadığı için o da gerilmedi sağolsun. Üstünde bir baskı hissetmediğinden rahat rahat bir sezonu bitirdik biz. Ve olan sevişme sahnelerini de ben gerçekten abartılı bulmadım. Estetik, güzel sahnelerdi. Kopan kafalar, çıkan bağırsaklar üzgünüm ama memelerden daha heycanlıydı. Sonra Gods Of The Arena pörtledi bu sezon. Jaime Murray gelmiş. Dexter izlemeyen oğlan çocukları onun da memelerini görecekleri için şenlendiler. Oysa Dexter'da yeterince gördük biz onları zaten. Tanışıklığımız var kendileriyle. Beğenerek izledik. Her neyse geçen sezonu heycandan tırnaklarımı yiyerek izlediğim için çıtam yüksekti haliyle. Ama her yüksek çıta gibi benim çıtam da ortadan çıt kırıldı maalesef ilk bölümle birlikte. Zaten bir Lila'nın havası yok Gaia'da. Hem kitabın önce son sayfalarını okumak gibi bir şey oldu. Ya da sonunu tahmin ettiğin vasat romantik-komedi filmleri gibi. Tahmin de yok bunda direkt biliyorsun zaten neler olduğunu. Benim gibi çıtası kırılan seyircilerini bir kenara bırakıp bizim oğlan çocuklarına yönelmişler anladığım kadarıyla bu sezon. İstediğiniz iki memeydi alın size dört meme şeklinde. Lucy'nin zaten lezbiyenlik ruhunda var. Her dizisinde kadınlara yanaşmasa içi rahat etmiyor. Önce Gabrielle'di şimdi Gaia. Sırf göt meme için izleyen insanlar vardı bu diziyi ve artık sadece onlara kaldı. İçinde en çok "meme" geçen yazımla birlikte Spartacus'e de noktamı koyuyorum. Çüüs.

1 Şubat 2011 Salı

Erkeğimsin Dabi Dabi Çocuğu

 

Araştırmacı bir blogger olduğumdan kelli yeni sekmeleri aça aça bloglar arasında sekiyorum. Küçük çiçekler, minik muffinler, tatlı fiyonklar... Biri de kakalak sevsin arkadaş. Çıtı pıtı serçeler, yavru ayılar çizmesin de biri tutsun yavru karga çizsin mesela. Nolur yani? Hadi yine bunlar neyse de tekdüze marjinaller şahane. Bir tane marjinalin de numarasız/numaralı (orası farketmez) büyük siyah çerçeveli gözlüğü olmasın. Arka fon flu, uzaklara bakmasın da ayrık ön dişleriyle gülsün fotoğraf makinesine. Ya da Kurt Cobain hırkasının bir düğmesi kopmasın. Şaşırcam gerçekten. Neyse Nihat Doğan duruşumu bozmadan konuyu kapatıyorum. "Beninlen polemiğine girmeyin!"

Bugün basacağım parmak Bal Parmak. Şu reklamlarda sürekli sarı saç, mavi göz, güzel surat görmek biraz ilginç. Yaşadığımız coğrafya belli sonuçta. Özellikle bebek reklamları çok riyakar Türkiye şartlarında. Umut Sarıkaya tespiti gibi yani. Küçükken sarışındı hayaller, güneş gibiydiler. Sonradan esmer oldu hepsi, hep sonradan... Küçükken sümüğünü yemiş insanlarız ne bu güzellik? Hı ben bunu dediğimde sümüğünü yemediğini ısrarla iddia eden insanlar var. Ama gizli gizli hepinizin yediğini biliyorum. Başta da dediğim gibi beninlen polemiğine girmeyin. Neyse zaten genleri gereği bir süre sonra anne olmak isteyecek olan kadın reklamlara bakıp özeniyordur haliyle. Hadi benim de böyle akça pakça çocuğum olsun diyip işe koyuldu diyelim, çıkan çocuk bir hayal kırıklığı. Hiç televizyonda gördüklerine benzemeyecek çünkü doğurduğu. Ve üzgünüm o da sümüğünü yiyecek. (Evet ikna olduğunuzdan emin olmak istedim.)

Biscolata reklamına hiç girmek istemiyorum zaten. Yıllardır kadınların götünü memesini reklam malzemesi yapan anlayışa karşı erkekleri kullanmak değişik bir fikir gibi gelse de, bence klişe. Tamam adamların adonisleri yerinde, zaten parfüm reklamlarından aşinayız bu duruma ama bir bisküvi için başarısız seçim bence. Küçük birer öpücük kondurduktan sonra birbirlerinin vücutlarını yağlayıp ellerini hamura sokuyor o adamlar. Hepsi gay. Uyandırdığı izlenim bu yani. Üzgünüm. Burdan yok eşcinsellere saldırı var, yok bu kız gayfobik falan demeyin. En başta dediğim gibi beninlen pole.. Evet ikna olmuşsunuz. Damam.

Ama bence halkı kandırmayan ve en inandırıcı reklam Dabi Dabi Mısır Çerezi. Bu kadar bizden biri seçilemezdi yani. Reklamda her an çocuk burnunu karıştırıp, sümüğünü de mısır çereziyle birlikte yiyecekmiş  gibi bir beklentiye kapılıyorum. Bir Milupa çocuğunda bu samimiyeti göremezsin. Bebekken bile çatal bıçakla yer o mamasını. Ama bu çocuk öyle değil. Ailecek bayılıyoruz. Hiç yemedim Dabi Dabi'den ama eğer raflarda falan rastlarsam sırf bu çocuk sayesinde alıcam. İşte halkı ikna eden reklam budur.